Gazeteciler Sakarya Üniversitesi'ndeydi
Türkiye’nin farklı şehirlerinden Sakarya Üniversitesi’ne gelen ve aralarında gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Erol Polat’ın da bulunduğu gazeteciler, “Dünya’da ve Türkiye’de Medya’da Yabancı Düşmanlığından Nasıl Kaçınılır?” konulu atölye çalışmasında Göçmenler ve Mülteciler Hakkında Raporlama ile İnsan Hakları Gazeteciliğine ve Barış Gazeteciliğine Giriş” konuları ele alındı.
25 Mayıs 2022 - 00:21
Sakarya Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen proje kapsamında Türkiye genelinde 100 kişiden oluşan gazeteciler 2’şer günlük atölye çalışmasında bulundular.. 26 Mayıs’a kadar devam edecek atölye çalışmasında “Yabancı Düşmanlığı ve Etkileri, Dünya’daki Yabancı Düşmanlığına Karşılaştırmalı Bakış Açıları, Türk Medyasında Yabancı Düşmanlığının Durumu, Medyada Yabancı Düşmanlığı Nasıl Önlenir?, Göçmenler ve Mülteciler Hakkında Raporlama ile İnsan Hakları Gazeteciliğine ve Barış Gazeteciliğine Giriş” konuları ele alındı.
“Gelenlere de onları karşılayanlara da çok teşekkür ediyorum”
Atölye çalışmasının ilk gününde açılışa katılan Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Savaşan, Türkiye’nin kültürel değerlerine yakışır bir şekilde, dünyaya örnek bir yaklaşımla, savaştan kaçanlara yardım ettiğini vurguladığı konuşmasında, “Biz her şeyden önce Türkiye olarak Osmanlı bakiyesi bir ülkeyiz. Osmanlı’yı incelediğimiz takdirde ise çok kültürlü olduğunu, bünyesinde birçok kültürün ve milletin olduğunu görebiliriz. Türkiye olarak da mübadele sürecinde Türkiye’den ayrılan olduğu gibi, Türkiye’ye gelenler de oldu. Dolayısıyla biz göçmen almaya şu ya da bu nedenlerden dolayı alışık bir ülkeyiz. Fakat tabi ki bu son göç dalgası, güneyimizdeki durumlardan dolayı çok hızlı ve ani bir şekilde oldu. Birkaç yıl içerisinde çok sayıda insan Türkiye’ye geldi, gelmek zorunda kaldı. Bu tabi ki çok hazmedilmesi kolay bir durum değil. Bazı illerde Suriyeli mevcudu yerel halktan daha fazla oldu. Amma velakin ben gelenlere de onları karşılayanlara da çok teşekkür ediyorum, zira ikisi de kolay bir durum değil. Göçmek mi zor, yoksa göçmeni kabul etmek mi zor? İkisi de zor… Bu sebeple hem gelenler büyük bir teşekkürü hak ediyorlar ki birçok zorluk içerisinde bunu yönetebildiler; hem de karşılayanlar olarak biz Türkler büyük bir teşekkürü hak ediyoruz. Çünkü bu kadar büyük bir hareketliliği, ancak böyle hoşgörü sahibi bir millet böyle karşılayabilir. Aslında her şey çok güzel gitti. Zira Türkiye bir taraftan maliyete yüklenirken bir taraftan da kazandı. Fakat yakın zaman dediğimiz süre içerisinde bu çok güzel giden duruma yönelik ‘acaba’ların arttığını görmekteyiz. Bu durumun Türkiye’ye yakışmadığını ve geçici olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de “Akl-ı selim” galip gelecektir. İnsanların zor durumda kalması dolayısıyla Türkiye’ye gelmesini, Türkiye’dekiler; Türkler hoşgörüyle karşılamaya devam edecektir.” dedi.
“Hep beraber bir farkındalık oluşturacağız”
Proje Koordinatörü Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nesrin Kenar, tüm Dünya’da yabancı düşmanlığında bir artış gördüklerini belirttiği açılış konuşmasında, “1990’ların başında Batı Almanya’ya ve daha sonra da Türk ailelerin evlerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar yapılmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle 11 Eylül olayından sonra İslamafobi, Müslümanları terörist gibi görme, Ortadoğululara karşı yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, Meksikalı ve Latin göçmenlere yönelik yabancı düşmanlığı tutumlarını görüyoruz. Türkiye’de de yavaş yavaş bu tür yaklaşım savaştan ve kaostan kaçan zorunlu göçmenlere yönelik söylemlere dönüşmüş durumda. Elbette yabancı düşmanlığı ile nefret suçu aynı değil. Ancak örtülü yabancı düşmanlığının bile hem bireyler hem de toplum üzerinde sinsi bir etkisi olabilir. Bu tutumlar belirli gruplardaki insanların bir toplum içinde yaşamasını zorlaştırabilir. Çok sayıda nefret suçuna, zulme, savaşa ve güvensizliğe yol açabilir. Biz de medyanın önemli bir güç olduğunu ve bu gücün yabancı düşmanlığına etkilerini incelemek istedik. Atölye çalışmamızın nedeni konferans ya da eğitim değil. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız. Türkiye’nin dört bir tarafından gazetecilerle hep beraber bir farkındalık oluşturacağız.” açıklamasında bulundu.
“Asıl problem, sorunları medya aracılığıyla yabancı düşmanlığına dönüştürmek”
Atölye Çalışması düzenleme üyesi Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Sakarya MYO Gazetecilik ve Habercilik Bölüm Başkanı Öğr. Gör. Zülfikar Özçelik de medyanın gücüne ve sorumluluğuna vurgu yaptığı konuşmasında, “Kamu görevini yerine getiren basın, yapısında barındırdığı gücünü sorumluluk bilinciyle ve kamu yararı gözeterek kullanmak mecburiyetindedir. Bu güç, iyi niyetli olmayan art niyetli kişilerin elinde tehlikeli olabilmektedir. Gazetecilik faaliyetlerinin mesleğin ilkelerinden uzaklaşması, toplumda nefreti yayan, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımcılığını körükleyen bir hal alması, çıkar sağlanılan çevrelerin propanganda aracına dönüşüyor olması meslek ve toplum adına ciddi bir sorundur. Bunun bazı örneklerini Batıda İslamafobiyi körükleyen yayınlarda görmüştük. Irak ve Suriye yangınından kaçan mültecilerle nefret söyleminin kültürel ve ırkçı bir yaklaşımı da kapsadığını gözlemliyoruz. Kendi kendilerine yazıp çizdikleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni unutan Batılı ülkelerin kendilerinden görmedikleri inanç ve ırklara karşı takındıkları tavır insanlık için utanç vericidir. Batı ülkeleri ve medyası Ukrayna’daki vahşete kızdığı ve üzüldüğü kadar sahile vuran binlerce Aylan bebeğe üzülemedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkı binlerce yıllık birikimiyle tarafı olmadığı, kaynağı olmadığı bu Ortadoğu ateşini söndürmek için büyük fedakarlık ve gayret gösterdi. Elbette göç edenler ve göç olunan yerler açısından sorunlar var. Ancak bu sorunları medya aracılığıyla yabancı düşmanlığına dönüştürmek asıl sorundan daha büyük sorunlara yol açabilir. İnternetin ve özellikle de sosyal medyanın etkisiyle medya haberlerinin değişimi, geleneksel gazetecilik duyarlılıklarının azalmasına da neden oldu. Bilginin doğruluğunun sağlanması beklenilmeden sansasyonel başlık ve görüntülerle daha fazla tıklanma derdiyle bir an önce yayına verilen haberler telafisi zor birçok sorunu doğurabilir.” ifadelerini kullandı.
“Hem gazeteciyim hem de mülteciyim”
İngiltere ve Fransa’da akademik çalışmalara imza atan, “İnsan Hakları Gazeteciliği” kitabının yazarı Dr. Ibrahim Seaga Shaw da, “Ben hem gazeteciyim hem de mülteciyim hikâyenin her iki tarafında da yer alma şansım oldu ve oldukça zorlandım. İngiltere’de bulunduğum yıllarda basın medya ve bunun aktörlüğünü yapan gazetecilerin mülteciler ve göçmenlerle ilgili algılarının son derece olumsuz olduğunu gördüm. Ve yapmış olduğum tüm taramalarda özellikle mülteciler ve göçmenlerle ilgili haberlerin hep bir yabancı düşmanlığı unsuru barındırdığını ve son derece olumsuz bir gösterme şekli olduğunu gördüm. İngiltere’de basın ve medyada yabancı düşmanlığının önlenmesi ve hoşgörü arttırılmasına yönelik konuları kaleme aldım. Çalışmalarım sırasında kendim de bir mülteci olma hasebiyle sürekli olarak toplumun içinde bulunduğum ev sahibi toplumun düşünce yapısını anlamaya çalışıyordum. Gazeteciler bilinçli veya bilinçsiz şekilde çoğu zaman bir ötekileştirme planının veya politikasının parçası haline gelebiliyor. Bu ötekileştirme sadece kendi söylemleriyle veya kendi yazdıklarıyla sınırlı kalmıyor. Toplumun geneline bu algı yayılıyor.” diye konuştu.
“İnsanlar keyifleri için ülkelerinden ayrılmıyor”
Hindistan’tan katılan gazeteci aktivist Tabeenah Anjum ise konuşmasında, “Bizzat yabancı düşmanlığının olduğu, bizzat göç ve mülteci varlığının olduğu bir bölgede gazetecilik faaliyetlerini yürütüyorum. Elbette bizler gazeteci olarak yerinden yurdundan edilmiş, evsiz bir çaresiz bırakılmış kişiler hakkında yazmaya ve onların savunuculuğunu yapmaya devam edeceğiz. Bu insanlar keyifleri için ülkelerinden ayrılmıyorlar. Maruz kaldıkları durumdan kurtulmak için göç ediyorlar. Benim yaşadığım bölgedeki göçmenlerin yaşamış olduğu yerleşim alanlarını gördüğünüz zaman o evsizlik hissinin, evsizlik olgusunun ne olduğunu tam olarak görebilirsiniz. Gazeteciler ve toplum bu durumla empati kurmalıdır.” ifadelerini kullandı.
Atölye çalışmaları soru cevap ve değerlendirmelerle devam etti. Çalışmalar tamamlandığında Dünya’dan ve Türkiye’den katılan akademisyenler ve gazetecilerle konferans da düzenlenerek akademik yayınlar oluşturulacak.
“Gelenlere de onları karşılayanlara da çok teşekkür ediyorum”
Atölye çalışmasının ilk gününde açılışa katılan Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Savaşan, Türkiye’nin kültürel değerlerine yakışır bir şekilde, dünyaya örnek bir yaklaşımla, savaştan kaçanlara yardım ettiğini vurguladığı konuşmasında, “Biz her şeyden önce Türkiye olarak Osmanlı bakiyesi bir ülkeyiz. Osmanlı’yı incelediğimiz takdirde ise çok kültürlü olduğunu, bünyesinde birçok kültürün ve milletin olduğunu görebiliriz. Türkiye olarak da mübadele sürecinde Türkiye’den ayrılan olduğu gibi, Türkiye’ye gelenler de oldu. Dolayısıyla biz göçmen almaya şu ya da bu nedenlerden dolayı alışık bir ülkeyiz. Fakat tabi ki bu son göç dalgası, güneyimizdeki durumlardan dolayı çok hızlı ve ani bir şekilde oldu. Birkaç yıl içerisinde çok sayıda insan Türkiye’ye geldi, gelmek zorunda kaldı. Bu tabi ki çok hazmedilmesi kolay bir durum değil. Bazı illerde Suriyeli mevcudu yerel halktan daha fazla oldu. Amma velakin ben gelenlere de onları karşılayanlara da çok teşekkür ediyorum, zira ikisi de kolay bir durum değil. Göçmek mi zor, yoksa göçmeni kabul etmek mi zor? İkisi de zor… Bu sebeple hem gelenler büyük bir teşekkürü hak ediyorlar ki birçok zorluk içerisinde bunu yönetebildiler; hem de karşılayanlar olarak biz Türkler büyük bir teşekkürü hak ediyoruz. Çünkü bu kadar büyük bir hareketliliği, ancak böyle hoşgörü sahibi bir millet böyle karşılayabilir. Aslında her şey çok güzel gitti. Zira Türkiye bir taraftan maliyete yüklenirken bir taraftan da kazandı. Fakat yakın zaman dediğimiz süre içerisinde bu çok güzel giden duruma yönelik ‘acaba’ların arttığını görmekteyiz. Bu durumun Türkiye’ye yakışmadığını ve geçici olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de “Akl-ı selim” galip gelecektir. İnsanların zor durumda kalması dolayısıyla Türkiye’ye gelmesini, Türkiye’dekiler; Türkler hoşgörüyle karşılamaya devam edecektir.” dedi.
“Hep beraber bir farkındalık oluşturacağız”
Proje Koordinatörü Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nesrin Kenar, tüm Dünya’da yabancı düşmanlığında bir artış gördüklerini belirttiği açılış konuşmasında, “1990’ların başında Batı Almanya’ya ve daha sonra da Türk ailelerin evlerine yönelik gerçekleştirilen saldırılar yapılmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle 11 Eylül olayından sonra İslamafobi, Müslümanları terörist gibi görme, Ortadoğululara karşı yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, Meksikalı ve Latin göçmenlere yönelik yabancı düşmanlığı tutumlarını görüyoruz. Türkiye’de de yavaş yavaş bu tür yaklaşım savaştan ve kaostan kaçan zorunlu göçmenlere yönelik söylemlere dönüşmüş durumda. Elbette yabancı düşmanlığı ile nefret suçu aynı değil. Ancak örtülü yabancı düşmanlığının bile hem bireyler hem de toplum üzerinde sinsi bir etkisi olabilir. Bu tutumlar belirli gruplardaki insanların bir toplum içinde yaşamasını zorlaştırabilir. Çok sayıda nefret suçuna, zulme, savaşa ve güvensizliğe yol açabilir. Biz de medyanın önemli bir güç olduğunu ve bu gücün yabancı düşmanlığına etkilerini incelemek istedik. Atölye çalışmamızın nedeni konferans ya da eğitim değil. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız. Türkiye’nin dört bir tarafından gazetecilerle hep beraber bir farkındalık oluşturacağız.” açıklamasında bulundu.
“Asıl problem, sorunları medya aracılığıyla yabancı düşmanlığına dönüştürmek”
Atölye Çalışması düzenleme üyesi Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Sakarya MYO Gazetecilik ve Habercilik Bölüm Başkanı Öğr. Gör. Zülfikar Özçelik de medyanın gücüne ve sorumluluğuna vurgu yaptığı konuşmasında, “Kamu görevini yerine getiren basın, yapısında barındırdığı gücünü sorumluluk bilinciyle ve kamu yararı gözeterek kullanmak mecburiyetindedir. Bu güç, iyi niyetli olmayan art niyetli kişilerin elinde tehlikeli olabilmektedir. Gazetecilik faaliyetlerinin mesleğin ilkelerinden uzaklaşması, toplumda nefreti yayan, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımcılığını körükleyen bir hal alması, çıkar sağlanılan çevrelerin propanganda aracına dönüşüyor olması meslek ve toplum adına ciddi bir sorundur. Bunun bazı örneklerini Batıda İslamafobiyi körükleyen yayınlarda görmüştük. Irak ve Suriye yangınından kaçan mültecilerle nefret söyleminin kültürel ve ırkçı bir yaklaşımı da kapsadığını gözlemliyoruz. Kendi kendilerine yazıp çizdikleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni unutan Batılı ülkelerin kendilerinden görmedikleri inanç ve ırklara karşı takındıkları tavır insanlık için utanç vericidir. Batı ülkeleri ve medyası Ukrayna’daki vahşete kızdığı ve üzüldüğü kadar sahile vuran binlerce Aylan bebeğe üzülemedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkı binlerce yıllık birikimiyle tarafı olmadığı, kaynağı olmadığı bu Ortadoğu ateşini söndürmek için büyük fedakarlık ve gayret gösterdi. Elbette göç edenler ve göç olunan yerler açısından sorunlar var. Ancak bu sorunları medya aracılığıyla yabancı düşmanlığına dönüştürmek asıl sorundan daha büyük sorunlara yol açabilir. İnternetin ve özellikle de sosyal medyanın etkisiyle medya haberlerinin değişimi, geleneksel gazetecilik duyarlılıklarının azalmasına da neden oldu. Bilginin doğruluğunun sağlanması beklenilmeden sansasyonel başlık ve görüntülerle daha fazla tıklanma derdiyle bir an önce yayına verilen haberler telafisi zor birçok sorunu doğurabilir.” ifadelerini kullandı.
“Hem gazeteciyim hem de mülteciyim”
İngiltere ve Fransa’da akademik çalışmalara imza atan, “İnsan Hakları Gazeteciliği” kitabının yazarı Dr. Ibrahim Seaga Shaw da, “Ben hem gazeteciyim hem de mülteciyim hikâyenin her iki tarafında da yer alma şansım oldu ve oldukça zorlandım. İngiltere’de bulunduğum yıllarda basın medya ve bunun aktörlüğünü yapan gazetecilerin mülteciler ve göçmenlerle ilgili algılarının son derece olumsuz olduğunu gördüm. Ve yapmış olduğum tüm taramalarda özellikle mülteciler ve göçmenlerle ilgili haberlerin hep bir yabancı düşmanlığı unsuru barındırdığını ve son derece olumsuz bir gösterme şekli olduğunu gördüm. İngiltere’de basın ve medyada yabancı düşmanlığının önlenmesi ve hoşgörü arttırılmasına yönelik konuları kaleme aldım. Çalışmalarım sırasında kendim de bir mülteci olma hasebiyle sürekli olarak toplumun içinde bulunduğum ev sahibi toplumun düşünce yapısını anlamaya çalışıyordum. Gazeteciler bilinçli veya bilinçsiz şekilde çoğu zaman bir ötekileştirme planının veya politikasının parçası haline gelebiliyor. Bu ötekileştirme sadece kendi söylemleriyle veya kendi yazdıklarıyla sınırlı kalmıyor. Toplumun geneline bu algı yayılıyor.” diye konuştu.
“İnsanlar keyifleri için ülkelerinden ayrılmıyor”
Hindistan’tan katılan gazeteci aktivist Tabeenah Anjum ise konuşmasında, “Bizzat yabancı düşmanlığının olduğu, bizzat göç ve mülteci varlığının olduğu bir bölgede gazetecilik faaliyetlerini yürütüyorum. Elbette bizler gazeteci olarak yerinden yurdundan edilmiş, evsiz bir çaresiz bırakılmış kişiler hakkında yazmaya ve onların savunuculuğunu yapmaya devam edeceğiz. Bu insanlar keyifleri için ülkelerinden ayrılmıyorlar. Maruz kaldıkları durumdan kurtulmak için göç ediyorlar. Benim yaşadığım bölgedeki göçmenlerin yaşamış olduğu yerleşim alanlarını gördüğünüz zaman o evsizlik hissinin, evsizlik olgusunun ne olduğunu tam olarak görebilirsiniz. Gazeteciler ve toplum bu durumla empati kurmalıdır.” ifadelerini kullandı.
Atölye çalışmaları soru cevap ve değerlendirmelerle devam etti. Çalışmalar tamamlandığında Dünya’dan ve Türkiye’den katılan akademisyenler ve gazetecilerle konferans da düzenlenerek akademik yayınlar oluşturulacak.
FACEBOOK YORUMLAR