Yüzyılımızın bir sorunu
Kırım ve Ukrayna olayları sonrasında AB, Rusya’ya Minsk ateşkes anlaşmasına uyması için baskı yapıyordu. AB, ilk yaptırım kararını 31 Temmuz 2014’te almıştı. Rusya’nın doğu Ukrayna’daki eylemlerinden ötürü AB üyesi 28 ülke, Rusya’ya silah satışı yapmıyordu.
Yine yaptırımlar gereği Rusya’nın petrol ve gaz sektörlerinde kullanılan bazı teknolojileri, AB ülkelerinden alması kısıtlanmış, bugüne kadar da Rus kamu bankaları da finans sektöründen dışlanmıştı. AB Konseyi’nden yapılan yazılı açıklamada, AB’nin Rusya’ya karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptırımların 31 Temmuz 2016’ya kadar uzatıldığı bildirilmişti.
Rusya karşı atakta
Rusya Devlet Başkanı Putin, AB’nin kendisini kuşatma altına almış olmasından son derece rahatsız olduğunu her fırsatta belirtmiştir. AB ülkeleri, kendi içindeki aşırı sağa mali desteği esirgemiyor, ancak gerektiğinde aşırı sol partileri de Rusya’nın çıkarlarına uygun hareket etmeleri durumunda destekliyorlardı.
Rusya, bölgedeki stratejisine uygun bir şekilde AB karşıtı eylem ve söylemleriyle iktidar adayı olan aşırı sağ partilerden Fransa’da Ulusal Cephe, Avusturya’da Özgürlük Partisi ve Bulgaristan’da ATAKA ile temas kurmuş, buna karşın Yunanistan’da hem sol Syriza hem de sağ ANEL’e destek veriyordu.
Birleşik Rusya Partisi, Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerin temsilcilerinin de katıldığı pek çok konferans ve toplantı düzenlerken, Rusya, Fransa’daki Ulusal Cephe başta olmak üzere bazı partilere de mali destek sağlıyordu.
Ulusal politikaları istikrarsızlaştırma çabaları
Atlantik Konseyi Araştırmacısı Polyakova, “Putin’in stratejisi ideolojik değil, Kremlin bütün ideolojik cephelerde oynar. Putin ulusal politikaları istikrarsızlaştırmak için politik yelpazenin her iki konumundaki partilere ya da hareketlere yatırım yapar” ifadesini kullanmıştı.
The Legatum Institute Öğretim Üyesi Shekhovtsov, “Aşırıcı partilerin Rusya ile iş birliğine girmesi, AB’nin birliği için bir tehdit oluşturur” demiştir. Salzburg Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi ve İslamofobi Uzmanı Hafez ise, “Rusya ve aşırı sağcıları bir araya getiren şeyin Avrupa ve ABD karşıtı ulusal politikaları” olduğunu belirtmiş ve tehdidin önemini vurgulamıştır.
Çabaların arkasında ne yatıyor?
Basında çıkan haberlere göre Doğu Avrupa’nın aşırı sağcı partileri 2008 yılında Rusya’nın Gürcistan’a açtığı savaşı desteklemişlerdi. Mayıs 2013’te Macaristan aşırı sağ partisi liderleri, Rus parlamenterlerle ve Moskova Devlet Üniversitesi akademisyenleriyle bir araya gelmişti.
Bulgaristan’ın Neonazi ATAKA partisi liderleri de Rus dış politikasına desteklerini bildirmişti.
Rusya’nın Kırım’ı ilhakından sonra ATAKA lideri Siderov, hükümetin Rusya’ya karşı yaptırım uygulaması halinde partisinin desteğini koalisyondan çekeceğini bildirmişti.
Avusturya’daki Özgürlük Partisi, Danimarka Halk Partisi, Yunanistan’daki Neonazi Altın Şafak Partisi ve İngiltere’deki Bağımsızlık Partisi (UKIP) son yıllarda Avrupa’da önemli kazanımlar elde ederken Rusya ile farklı ilişkiler içinde olmuşlardır.
Fransa'daki Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen bir konuşmasında Putin’i “Avrupa değerlerinin gerçek savunucusu” olarak tanımlamış ve Rusya'nın Ukrayna’daki faaliyetlerini övmüştür. Ayrıca Putin’in Kırım’ı ilhakıyla sonuçlanan Kırım referandumunun yasal olduğunu da savunmuştur.
Avrupa'daki radikal hareketlerle Putin arasındaki ilişkiyi değerlendiren Atlantik Konseyi Analisti Alina Polyakova, Putin’in Avrupa’daki aşırı sağ partilere ideolojik ve mali açıdan destek verdiğini belirtmiştir.
Dünya Harplerini yaşamış olan küremiz, “Soğuk Savaş” dönemini kapatmış; ama bu dönem sonrası belirsizliklerden sıyrılamamıştır. Öyle ki, Arap Baharı ile Akdeniz Havzası’nda ortaya çıkan, Karadeniz kuzeyine kadar uzanan rüzgârlar, yüzyılın göçlerini doğurmuş, Orta Doğu’daki hırlaşmalar yeni terör örgütlerini ortaya çıkarmıştır.
Fransa’daki olaylar ele alındığında bu sorunların gelişmiş ülkeleri de rahatsız ettiği ve yüzyılımızın sorunu olarak daha da derinleşeceği kaçınılmaz olacaktır.